1 Eylül 2011 Perşembe

Alps

İlik

Telefonu kapatınca, içmiş olduğu son kahvenin hatrını hiçe sayıp bardağını yıkadı. Uykusuzluğundan şikayetçiydi ya hep, bırakamadığı birçok şey gibi kahveden de vazgeçemiyordu. Öyle koyu kahveler öyle uzun geceler vardı ki geçmişinde sütü sütlüğünden utandıran, yine de olmuyordu... Arayanın kim olduğunu dahi bilmeden dinlemişti söylediklerini...

'Normal' vardıysa ve sorgusuzca kabul gördüyse eğer, herkesin vereceği tepkiden çok uzaktı duydukları karşısında.Halbuki kaldığı yerden devam edebilirdi hayatına. Evet, bazen rahatsız hissediyordu kendini ama o kadar da altından kalkılamaz bir hayat yaşamıyordu sanki. Huzursuzdu. Hazırlanmak keşke yalnız "üstünü giymek"ten ibaret olsaydı, onu yapabilirdi, "hazır" değildi.

Karşılaşacağı manzaradan çekiniyor, yüzleşmekten korkuyor gibiydi. Yavaşça kuruladı ellerini. Kurumuş ekmeğin kenarından bir ısırık aldı, çiğnedi çiğnedi. Lokma ağzında öyle büyüyordu ki, kendisi yutanın o olacağı düşüncesine dayanamayıp son ve esaslı bir hamleyle indirdi midesine. Ağır ağır odasına doğru ilerledi. Bir sürü gömleği olmasına rağmen günlerdir giydiği koyu yeşil gömleğine ve tek pantolonuna yöneldi. Cebindeki söküğü dikmeyi yine unuttuğunu farkederek geçirdi kollarını. İliklemeye başladı teker teker. Son düğmeye gelince yine yanlış iliklediğini farketti. Öylesine bir kadın, öylesine bir günde söylemişti halbuki ona iliklemeye son düğmeden başlaması gerektiğini. Hatırladığı anlardan biri değildi. Belki de sadece 'an'lamamıştı. 

Aynada yüzüne bakmadı, elini sürmedi saçlarına. Anahtarı alıp çıktı. Hava kararmazdı, o halde kararmaya başlayan zihni olmalıydı. Cesur ve kararlı olduğuna inandırmak istiyordu kendini, ama kahveyi de bırakamıyordu ki... Titriyordu.

Binlerce adım attı. Artık karanlıktı. Biraz ışık görmek için gözlerini kapalı tutmaya çalıştı. Yapamadı. Derken bu boşlukta bir engele çarpınca yolun bittiğini anladı. Her başarısızlığında aynı hisle karşılaştığından ortada somut bir engel olup olmadığını anlamak için kontrol edecekti. Ellerini üzerinde gezdirirken bunun bir engel değil "kapı" olduğunu anladı. Varolan karanlığa öyle aşinaydı ki artık, ellerini gözlerine götürüp kapalılar mı açıklar mı hissetmek zorunda kaldı. Olması gereken yerde göz kapaklarını bulamayınca arayıp da bulamadığı birçok şeye bir yenisi daha eklenmişti. Elleri patlayacak gibiydi, bir anda peydah olan korkunç sızı, ellerini hedef almıştı önce. 

Karanlık artık öyle yorucuydu ki ellerinin bir an önce alev almasıydı ikinci isteği. ilki heralde bu saatten sonra gerçek olmazdı.
Hiç zorlanmadan kapının iki kanadını da açtı.
Körleştiğine iyice inanmaya başladığı anda, tam karşısındaki kocaman pencereden giren ışık başarılı bir operatör misali dağıttı karanlığını.
Sarı tonlarında, genişçe bir oda uzandı gözlerine.

Pencerenin hemen önünde bir yatak, odanın kenarları boyunca duvara dizilmiş sandalyelerde oturan insanlar vardı. Yavaşça yerlerinden kalkıp gözlerini ondan ayırmadan yatağın başına gidip anlam verilemeyecek hareketlerle dokunup öpmeye başladılar yataktakini.

Bu manzara rahatsız hissettirmişti onu. Nefes alamıyor, tüm vücudu alevlere gark oluyor gibiydi. Kimbilir yataktaki için ne kadar zordur diye düşündü. Haklıydı.

Sırayla hepsinin parmaklarını vücunda hissederken yaşadığı gerginliği anlamamak mümkün değildi. Histeri krizini andıran abartılı ifadelerle çevrelemişlerken etrafını, o, bazen avazı çıktığı kadar bağırıp ağlıyor, bazen de sessiz kalmayı tercih ediyordu sadece.

Eşikteydi. Ellerindeki sızı yavaş yavaş bacaklarına doğru inmişti şimdi. Eklemlerinden gelen sesler kulaklarını tırmalıyordu. Fiziksel acıyı hissedemeyecek kadar fazla ne yapacağını bilmiyordu. Çelişkisi kendini yerde bulmasını engelleyemedi.

Ve hareket edemiyordu şu an.

Kafasını kaldırdığında hepsi teker teker yanından geçerek odayı terkettiler. Uzun zaman geçmiş gibiydi. Korkuyordu. Biraz önceki hengameden eser yoktu şimdi. Oda sessizdi. Yatağa doğru gitmeliydi. Kolları da ruhu gibi hiç bir zaman yeterince güçlü olamadığından sürünmek onu yaşlandırdı.

Yatağın kenarına tutunup acıyla ayakta durmaya çalıştı. Yataktakine baktı.

Gözleri yabancı gelmedi. Ama gözbebeklerinde kendini görememişti. Şaşkınlığı mağrur bir gülümseyişle kesildi.

Kahvesini koyu içen gördüğü en gergin bebekti...