16 Kasım 2011 Çarşamba

Çıplak Gözle Düzensiz


Beklentinin yazgıya müdahelesiyle başlayacak herşey.

Ve toprağa onun parmak ucu değdiği anda içi boşalacak hepimizin. Olduğumuz yere yığılıp etli bulutlardan damlayan yağın altında kalacağız...zihnimize yapışan her sezgi ayaklarımıza süzülüp kirletirken balçığı, her damlada biraz daha görünmez olurken üşümeyeceğiz...şimdi uyuyabiliriz.

10 Kasım 2011 Perşembe

ctrl-v olayım oralara...



Bana müsade...
Suya karıştım, balık sanıldım,tutuldum geri atıldım...aynı bakamadım. kovayı mı özlerim...

10 Ekim 2011 Pazartesi

38


Eveeet...Uzun bir aradan sonra yağmura dokunduk bugün...Bunaltıcı yaz günlerinin hala bitmesini istemeyen insan topluluğu arasında olmak bile evrene saygısızlık gibi hissettiriyor sadece. 

Oysa ben öyle özlemişim ki baharı...kadife ceket zamanları geldi artık kerahet vakitlerinin gelmesi gibi...Yapış yapış dost sohbetleri yerlerini tatlı esintilere bırakacak kısa bir zamana...birer yudum alacak çaylardan üşümeye yüz tutmuş bedenler..Daha çok rüzgar esecek, daha çok yağmur yağacak...Birilerinin daha çok üşüyeceği gerçeği yine zaman zaman kötü hissettirecek. Hiç bir şey yapmayış, yağında kavrulmaya çalışmaca suçluluk duygusunu da atıverecek bir kenara...


O derece unutmuş olacağız herşeyi...

Ben baharı seviyorum...kimilerinin “ilk” kimilerinin “son” u olan baharı...

Ellerim sıcak hala...Üşümeye başladıklarında anlatacağım elbet.



1 Eylül 2011 Perşembe

Alps

İlik

Telefonu kapatınca, içmiş olduğu son kahvenin hatrını hiçe sayıp bardağını yıkadı. Uykusuzluğundan şikayetçiydi ya hep, bırakamadığı birçok şey gibi kahveden de vazgeçemiyordu. Öyle koyu kahveler öyle uzun geceler vardı ki geçmişinde sütü sütlüğünden utandıran, yine de olmuyordu... Arayanın kim olduğunu dahi bilmeden dinlemişti söylediklerini...

'Normal' vardıysa ve sorgusuzca kabul gördüyse eğer, herkesin vereceği tepkiden çok uzaktı duydukları karşısında.Halbuki kaldığı yerden devam edebilirdi hayatına. Evet, bazen rahatsız hissediyordu kendini ama o kadar da altından kalkılamaz bir hayat yaşamıyordu sanki. Huzursuzdu. Hazırlanmak keşke yalnız "üstünü giymek"ten ibaret olsaydı, onu yapabilirdi, "hazır" değildi.

Karşılaşacağı manzaradan çekiniyor, yüzleşmekten korkuyor gibiydi. Yavaşça kuruladı ellerini. Kurumuş ekmeğin kenarından bir ısırık aldı, çiğnedi çiğnedi. Lokma ağzında öyle büyüyordu ki, kendisi yutanın o olacağı düşüncesine dayanamayıp son ve esaslı bir hamleyle indirdi midesine. Ağır ağır odasına doğru ilerledi. Bir sürü gömleği olmasına rağmen günlerdir giydiği koyu yeşil gömleğine ve tek pantolonuna yöneldi. Cebindeki söküğü dikmeyi yine unuttuğunu farkederek geçirdi kollarını. İliklemeye başladı teker teker. Son düğmeye gelince yine yanlış iliklediğini farketti. Öylesine bir kadın, öylesine bir günde söylemişti halbuki ona iliklemeye son düğmeden başlaması gerektiğini. Hatırladığı anlardan biri değildi. Belki de sadece 'an'lamamıştı. 

Aynada yüzüne bakmadı, elini sürmedi saçlarına. Anahtarı alıp çıktı. Hava kararmazdı, o halde kararmaya başlayan zihni olmalıydı. Cesur ve kararlı olduğuna inandırmak istiyordu kendini, ama kahveyi de bırakamıyordu ki... Titriyordu.

Binlerce adım attı. Artık karanlıktı. Biraz ışık görmek için gözlerini kapalı tutmaya çalıştı. Yapamadı. Derken bu boşlukta bir engele çarpınca yolun bittiğini anladı. Her başarısızlığında aynı hisle karşılaştığından ortada somut bir engel olup olmadığını anlamak için kontrol edecekti. Ellerini üzerinde gezdirirken bunun bir engel değil "kapı" olduğunu anladı. Varolan karanlığa öyle aşinaydı ki artık, ellerini gözlerine götürüp kapalılar mı açıklar mı hissetmek zorunda kaldı. Olması gereken yerde göz kapaklarını bulamayınca arayıp da bulamadığı birçok şeye bir yenisi daha eklenmişti. Elleri patlayacak gibiydi, bir anda peydah olan korkunç sızı, ellerini hedef almıştı önce. 

Karanlık artık öyle yorucuydu ki ellerinin bir an önce alev almasıydı ikinci isteği. ilki heralde bu saatten sonra gerçek olmazdı.
Hiç zorlanmadan kapının iki kanadını da açtı.
Körleştiğine iyice inanmaya başladığı anda, tam karşısındaki kocaman pencereden giren ışık başarılı bir operatör misali dağıttı karanlığını.
Sarı tonlarında, genişçe bir oda uzandı gözlerine.

Pencerenin hemen önünde bir yatak, odanın kenarları boyunca duvara dizilmiş sandalyelerde oturan insanlar vardı. Yavaşça yerlerinden kalkıp gözlerini ondan ayırmadan yatağın başına gidip anlam verilemeyecek hareketlerle dokunup öpmeye başladılar yataktakini.

Bu manzara rahatsız hissettirmişti onu. Nefes alamıyor, tüm vücudu alevlere gark oluyor gibiydi. Kimbilir yataktaki için ne kadar zordur diye düşündü. Haklıydı.

Sırayla hepsinin parmaklarını vücunda hissederken yaşadığı gerginliği anlamamak mümkün değildi. Histeri krizini andıran abartılı ifadelerle çevrelemişlerken etrafını, o, bazen avazı çıktığı kadar bağırıp ağlıyor, bazen de sessiz kalmayı tercih ediyordu sadece.

Eşikteydi. Ellerindeki sızı yavaş yavaş bacaklarına doğru inmişti şimdi. Eklemlerinden gelen sesler kulaklarını tırmalıyordu. Fiziksel acıyı hissedemeyecek kadar fazla ne yapacağını bilmiyordu. Çelişkisi kendini yerde bulmasını engelleyemedi.

Ve hareket edemiyordu şu an.

Kafasını kaldırdığında hepsi teker teker yanından geçerek odayı terkettiler. Uzun zaman geçmiş gibiydi. Korkuyordu. Biraz önceki hengameden eser yoktu şimdi. Oda sessizdi. Yatağa doğru gitmeliydi. Kolları da ruhu gibi hiç bir zaman yeterince güçlü olamadığından sürünmek onu yaşlandırdı.

Yatağın kenarına tutunup acıyla ayakta durmaya çalıştı. Yataktakine baktı.

Gözleri yabancı gelmedi. Ama gözbebeklerinde kendini görememişti. Şaşkınlığı mağrur bir gülümseyişle kesildi.

Kahvesini koyu içen gördüğü en gergin bebekti...

23 Haziran 2011 Perşembe

Zamansız


Düşmekti aklındaki...Ansızlığından kaynaklı, muazzam bir kusursuzluk ve saflık içinde kayıvermek topraktan...Adımını geri çekti, diğerini de ve diğerini de...hem buraya nasıl gelmişti? Cevap veremedi.

Geri geri giderken çarptığı kovuk kucaklayınca onu, pullarını dökerken huzursuzdu "yenilenme"nin getireceğinden...biraz korktu,
Ardından elleriyle göz göze geldi, elleri...elleri onu kandırmıştı hep, yarı yolda bırakmıştı elleri.. Hiç bir zaman doğru teni okşamamış, doğru gırtlağı sıkamamışlardı...hep hazır ama hep ürkektiler, bir ilahinin en huzurlu noktasından, en değerli ezgiyi sökmek gibiydi elleri...Zihnini,hissini yarı yolda bırakan elleri....biraz utandı.. geçen zaman... kısa bir zamandı.

Yavaş yavaş kaldırdı ihanet dolu teraziyi. Çıkarmak isteğiydi gözündeki kara bandı içindeki.Sağ kefeyi kaldırınca soldan,sol kefeyi kaldırınca sağdan eksik kaldı hep, elleri hiç ulaşamadı ne gözüne ne diline...olmuyordu işte...tek eliyle çözülmüyordu kumaş parçası... bunu düğümlerini atarken düşünmemişti gerçi...hep bir tane daha...bir tane daha...daha sıkı...şimdi daha sıkı nidalarıyla kamçılamıştı kendini halbuki...İki elini de indirdi. İki kefe yere düştü bileklerinden kopup....düşünmedi...
Daha zordu şimdi...düğümler sıklaşınca kaybettiği elleri yoktu artık yanında. Artık sigarasını da yakamazdı.üzüldü. Geçen zaman... kısa bir zamandı.

Denizi görüyordu...Mesafeyi kestirememekle birlikte, "mesafe" mefhumuna yabancı hissetti. Uzanıverdi toprağa.Saçlarını 5 e böldü...Toprağa değince 5'i de başka renk oldu. Hepsini tek tek toprağa soktu. Aradan yıllar geçince ...düşündü, parmakları olsaydı eğer, ah bir elleri olsaydı daha çabuk biterdi. Üzülmedi. Hemen sonra saçları.., 5'e bölünmüş saçları toprağı tercih ettiler, tek tek onu terkedip, 5 bölüm 5 renk toprağın dibine gittiler...

Çirkindi şimdi...Elleri de yoktu...yorulmuştu...Deniz miydi o? Yürümesi gerekiyordu. Ayakları birer şehirdi, o koştu...başka şehirleri talan etti...

Gelmişti...Denizdi...Azıcık ıslattı ayağını, toprağını çamura çevirmekti amacı...Başını aşağı çevirdi, şehir şehir üstünde ve çamur içindeydi...Mahvetme yetisine sevindi...

Bırakıverdi kendini,nefes almayı hiç öğrenmemişti...ondandır deneyememişti...zamanı hissedememişti.

15 Mayıs 2011 Pazar

Aidiyet önemlidir...

Ne kadar ümidini yitirse de insan bazı şeylere dair. Büyük laflar yüzünden yaşanmak zorunda kalınan küçücük zamanlarda hala ortaya çıkabilen aidiyet duygusu herşeye bedel...


Bugün İstiklal'de binlerce kişiyle aynı dili konuşup bağırırken anlaşıldığımı hissettim az da olsa...az da olsa havaya uzatılan eller göğün mavisiyle karışınca içim rahatladı..

Böyle şeyler lazım...İnsanın aidiyet duygusunu yaşabilmesi için..Dayatılanlar ne kadar kuvvetli ve saçma ise ardından gelen tepki de o denli çarpıcı ve radikal oluyor, onca insanla yaratılan sinerji de aidiyet kavramıyla vücut buluyor.

Ona dokunma, buna dokunma, internetime dokunma....BANA DOKUNMA!

12 Şubat 2011 Cumartesi

Bre zındık

Bre zındık...vurun grip aşısının kellesini tez elden...

Yine gribim yine gribim...39,6 ları a gördüm dünya gözüyle çok şükür. Kuşu biter domuzu, domuzu biter keçisi başlar..Bana da gelenler geldi söyleyim...mis gibi havalarda pis pis evde oturmak ufak çapllı buhranlara yol açmakta...acıkmak da lazım.

Akşama köftegiller yemeğe gelecek.

pj

Personal Jesus "kendine müslüman" demek değil de ne...

14 Ocak 2011 Cuma

7 Ocak 2011 Cuma

Fonetik tehlike...

Javier Bardem'in fonetik durumu...havyar ve badem yeme isteği uyandırmıyor mu?

Don't believe in hairdressers

Annemin kuaförü saç ektirmiş...".neyine güveneyimmm...de get yalan dünya" diyesi gelmiyor mu insanın...

anne ne tatlı şeydir...

Annemin telefonunun silme tuşu çalışmaması ne de eğlenceli...her mesajıma da cevap yazar hatunum...tamam da diyemeyip mamam demiş...yerim onu yerim...